Neden Rüzgar Enerjisi?

Endüstri Devrimi ile beraber, insanoğlunun enerji tüketimi büyük bir artış göstermiştir. Önceleri fosil yakıtların kullanımı ile enerji ihtiyacı giderilmeye çalışılmıştır. Yetmişli yıllarda dünyada meydana gelen petrol krizi sonrasında yenilenebilir enerji kaynaklarından da faydalanılması gündeme gelmiştir. Bu çerçevede tükenmeyen (sonsuz) ve çevre dostu olması nedeni ile temiz ve yenilenebilir enerji kaynaklarından ve özellikle RÜZGAR enerjisinden teknolojik anlamda yararlanılması ön plana çıkmıştır.

Gelinen noktada, hükümetler ve yetkili ulusal ve uluslararası otoriteler, enerji politikalarını oluştururken, toplumun genel çıkarlarına en uygun politikaları geliştirmek ve bunun için gelebilecek lobi baskılarına v.b. tepkilere karşı koymak durumundadır.

Çevre ve toplumsal kirlilik yaratan geleneksel teknolojiler, geçtiğimiz asır boyunca birçok nedenle ve çeşitli yollarla desteklenmiştir. Ancak, yenilenebilir kaynakların önemi son on yılda kavranmış ve bir dizi tedbir ile devreye süratle alınabilmesi gayretleri, bu bilince varmış toplumlar tarafından sürdürülmektedir.

Örnek olarak, Almanya'da rüzgar projeleri 35.000 kişiye istihdam sağlamıştır. Danimarka' da 2,5 milyar ABD$/yıl seviyesinde bir ihracat olanağı yaratmıştır.

Yenilenebilir kaynaklar konusunda yasal ve bağlayıcı hedeflerin tesisi çok önemlidir. Bu konuyu çok iyi kavrayan AB, 2001 yılında "Yenilenebilir Kaynaklı Enerji Yönergesi" ' ni kabul etmiş ve 2010 yılında elektrik üretiminde yenilenebilir kaynak kullanım oranını % 22,1 olarak hedeflemiş (bu oran rüzgar için % 12) ve bunu (RES-E 2010) direktifi ile yayınlamıştır. 2009 yılında ise, yeni bir direktif ile 2020 yılı için bağlayıcı hedefler belirlemiştir. Avrupa Birliği 2020 yılında enerji talebinin %20’sini yenilenebilir enerji kaynaklarından sağlamayı planlamaktadır. Bu hedeflere ulaşabilmek için, ülkeler ulusal planlar hazırlamakta, ortak projeler geliştirmektedirler. Birçok ülke farklı politik düzenlemelere giderek hedeflerini gerçekleştirmeye çalışmaktadır.

Bu düzenlemelerden en başarılısı, "sabit fiyat tarifesi" uygulamaları olmuştur. (Almanya, İspanya, Danimarka) Bu konuda sabit fiyat yanında alım garantileri getirilmiştir. Bu piyasa şartlarında oldukça zor bir uygulama, Almanya' da 1999' da çıkarılan "Elektrik Besleme Yasası" ile halledilmiştir, Bazı ülkelerde ise (İngiltere gibi), "Yeşil Sertifika" uygulamasına gidilmiştir.

Rekabetçi piyasaya uyum bakımından, bazı ayrıcalıklar ile "kota" ve "uzun süreli alım anlaşması" (15 yıllık) yöntemi uygulanmaktadır. Bunun yanında da yatırım destekleri sağlanmaktadır. Uzun süreli alım anlaşmaları hukuk düzeninde politik riski de bertaraf ettiğinden, oldukça önemlidir. (Türkiye' deki kontrat iptalleri nedeni ile bu güven, oldukça tereddütlüdür).

AB, bütün bu tedbirlere rağmen, sistemin tam oturtulabilmesi için elektrik piyasa reformlarını gerekli görmektedir. Bunun için teknoloji, yakıt, tesis büyüklükleri, transfer yapıları, çevresel ve sosyal konuları içeren bir dizi reform planlanmaktadır. Birçok piyasada, hepsi olmasa da bazılarının mevcut olduğu yenilenebilir kaynakların düzenli kullanımı, şebekeye girişteki teknik sorunlar, bölgesel üretimler, kamunun üretimden çıkması (özelleştirme), son kullananlara yükümlülükler, konularında ciddi yasal tedbirler düşünülmektedir.

"Dünya Gözetim Enstitü'nün" çalışmalarında, fosil yakıt ve nükleer kaynaklara, dünyada 300 milyar ABD$ düzeyinde destek uygulandığı saptanmıştır. Yalnızca kömür kaynağına bu destek 63 milyar ABD$ seviyesindedir. Almanya'da bu değer 21 milyar ABD$ gibi gözükmekte ise de, madencilere yapılan desteklemeyle 70 milyar ABD$ seviyelerine yükselmektedir.

G8, "Yenilenebilir Kaynaklı Enerji Görev Gücü" ne ilişkin 2001 tarihli raporunda, elektrik enerjisi fiyat oluşumunda sosyal ve çevresel kriterler içerikli 'Toplumsal Maliyetlerin" bir unsur olarak sisteme girmesi gerekliğini şiddetle ortaya koymaktadır. Raporun ortaya koyduğu bir önemli tespit de, geleneksel kaynaklara dayalı elektrik üretiminden oluşan sera gazı emisyonları ile yılda 30.000 Amerikalı erkeğin ölüyor olması ve "Price Anderson Yasası" ile Nükleer Elektrik Enerjisi tesislerine 3,4 milyar ABD$/yıl tutarındaki parasal yardımdır.

Tüm Dünya ve AB'de edinilen temel prensip, "Kirleten Öder" kavramdır ki, bu "Toplumsal Maliyetlerin" mutlaka devreye alınması anlamına gelmektedir. Kyoto Protokolü (BM - İklim Değişikliği - Çevre Anlaşması) bu konunun temel taşlarından biridir. Uluslararası finans kurumlarının da çok çeşitli yöntemler geliştirilerek, yenilenebilir kaynakları destekler hale getirilmesi de önemli hedeflerdendir.

Tüm Dünya ülkelerine önerilen politikalar, özetle aşağıdaki gibidir ;

* Yenilenebilir kaynakların hedeflerinin mümkün en üst düzeyde tespiti ve yasal bağlayıcılığın sağlanması,

* Uzun vadeli belirlenmiş ve dengeli gelirleri temin edecek düzenlemenin yapılması,

* Piyasada rekabet edebilecek enerji fiyat profilinin oluşturulması,

* Elektrik ve enerji piyasalarında gerekli reformların süratle yapılması,

* Fosil ve nükleer kaynaklara yapılan desteklerin sonlandırılması,

* Kirletici enerjinin sosyal ve çevresel maliyetlerini teren "Toplumsal Maliyetlerin", fiyat kriteri olarak ele alınması ve sisteme intikalinin sağlanması,

* Kyoto Protokolünün imzalanarak, derhal ulusal boyutta uygulamaya konulması,

* İhracat Kredi Ajanslarının ve bankacılık desteğinin sağlanması için, gerekli düzenlemelerin yapılması.


Dr. Atillâ AKALIN

© 2024 Artı Enerji A.Ş.

Web Design Aslihan.Net

Site içi arama

Koru Mah., Akmeşe Sok. No:4, Çayyolu  ANKARA
+90 312 466 60 70
info@artienerji.com.tr